Mekân ve Edebiyat Arasındaki Edebî Bağ
İnsan yürüdüğü sokaklardan, dokunduğu taşlardan, rüzgârla savrulan yapraklardan izler taşır. Mekân yalnızca bir arka plan değildir; insanın kalbinde yankılanan, hayallerini besleyen, ruhunun doğdu yerdir. Gaston Bachelard’ın dediği gibi, bir ev yalnızca dört duvar değildir; orada bir çocukluk, bir korku, bir umut gizlidir. Evimiz bizim ilk evrenimizdir. Edebiyat da bu mekânsal duyguların en zarif sesidir.
Bir sanatçının dili, hayalleri ve eserleri kaçınılmaz olarak yetiştiği topraklardan izler taşır. Mekân yalnızca bir fon değil; anlatının nabzı, duygunun coğrafyası, hatıranın sesi olur. Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şehirleri gibi ya da Necati Cumalı’nın dediği: “Eserlerimin dekoru” olan Urla ve İzmir gibi…
Cumalı’nın eserlerine baktığımızda, mekân ve hafıza arasındaki bu görünmez örgünün nasıl bir anlatıya dönüştüğünü adım adım izleriz. Çünkü onun satırlarında mekân, susarak konuşur; bir taş ev, bir rıhtım ya da bir deniz kıyısı, hikâyenin gerçek kahramanı olur.
Necati Cumalı: Hayatı ve Edebiyatı
Necati Cumalı, 13 Ocak 1921’de Florina’da doğdu; mübadeleyle henüz üç yaşındayken ailesiyle birlikte İzmir’in Urla ilçesine yerleşti. Asıl adı Ahmet Necati Acar’dı, fakat yıllar sonra şiirlerine daha uygun bir soyadını seçerek “Cumalı” adını aldı. Bu isim, annesinin memleketi olan Kayalar yakınlarındaki eski bir yerleşim olan “Cuma” kasabasına bir selamdır.
Çocukluğu Urla’da, taş sokakların, rüzgârlı öğleden sonraların, göçmen ailelerin suskun sofralarının arasında geçti. Bu dönem, onun edebi hafızasının temel taşlarını oluşturdu.

Türkçeyi, Rumeli aksanıyla öğrendiği çocukluk yıllarında, kelimeler onun için yalnızca anlam taşımaz; aynı zamanda göçün, kaybın ve yeniden kök salmanın izlerini de taşırdı.
Cumalı, İzmir Muallim Mektebinde orta öğrenimini, ardından İzmir Atatürk Lisesinde lise eğitimini tamamladı. Hukuk fakültesi yolculuğu ise İstanbul’da başlayıp Ankara’da son buldu. Hayatının bir döneminde avukatlık yaptı. Yazının ve edebiyatın efsunlu çağrısı, avukatlık cübbesini bir kenara bıraktırıp kırılmış tüm kalemleri, Necati Cumalı’nın usunda yeniden yonttu.
Şiirle başlayan edebi serüveni, zamanla öykü, roman ve tiyatroya da yayıldı. Onun eserleri sadece bireysel duyguların değil, bir kuşağın, bir toplumun sancılarının da ifadesi oldu. Şiirlerinde İmbatla esen bir duyarlılık, romanlarında tütün tarlalarının sararan umutları ve öykülerinde Karaburun’un taşlı yolları yankılandı.
Cumalı’nın Edebiyatında İzmir: Esintiden Fırtınaya
Cumalı’nın edebi dünyasında Urla, kapalı bir mekândır; pencereli kapanmış, terk edilmiş bir “ana” evidir. Çocukluk, yalnızlık, kök salma çabası burada şekillenir. Urla’nın taş evleri ve dar sokakları yalnızca birer dekor değil; çocuk hafızasının derin çatlaklarıdır.
Tütün Zamanı’nda Urla, yoksulluğun ve dayanışmanın sahnesidir:
“Tütünler büyürken, biz de büyüdük.
Ama her mevsim, başka bir eksiklik doğururdu içimize.”
(Tütün Zamanı, 1956)
İzmir ise Cumalı’nın eserlerinde değişimin ve umudun açık bir mekânıdır. Kordon boyu yürüyüşleri, rüzgârda savrulan saçlar ve değişen şehir silüeti… Özellikle Güler’in Aşkı eserinde İzmir, aşkın ve bireysel özgürlüğün simgesi olur:
“İzmir’in rüzgârı, geceleri bile yeni umutlar getirirdi.
İnsan burada yalnızlığa bile başka türlü boyun eğerdi.”
(Güler’in Aşkı, 1982)
Urla’nın içe dönük, kabuklu sessizliğinden, İzmir’in rüzgârla konuşan açıklığına doğru bir hareket vardır Cumalı’nın karakterlerinde. Bu hareket, yalnızca mekânsal değil; ruhsal bir yolculuktur da. Bu mekânsal ikilik, Cumalı’nın karakterlerinin ruhsal dönüşümünü de belirler. Urla’da kalakalanlar, İzmir’de yürür; Urla’da susanlar, İzmir’de anlatır. Sanatoryum şiirinde geçen şu satırlar, bu geçişin en yalın göstergesidir:
“Açık pencereydi umut
Kapalıysa içeri girmezdi rüzgâr
İzmir’i ilk defa hasta yatağında sevdim ben.”
(Yeşil Bir At Sırtında, 1987)

İzmir Edebiyatı: Yazının Kıyıya Vurduğu Yer
İzmir, yalnızca bir liman kenti değildir; o, dillerin, kültürlerin ve inançların birbirine karıştığı bir yaşam şarkısıdır.
İzmir’de edebiyat, gazetecilikle, çok dillilikle ve modernleşme arzusu ile harmanlanmıştır. Nevruz, Hizmet, Ahenk gazeteleri yalnızca haber vermekle kalmamış; bir edebi dil ve hafıza da yaratmıştır.
Halit Ziya Uşaklıgil, 1886’da İzmir’de çıkan Hizmet gazetesinde romanlarını tefrika etmeye başladığında, hem bir gazeteciydi hem bir yazardı. Yazdığı her cümle, İzmir’in sosyal değişimini, yeni sınıflaşmalarını ve kadın kimliğinin dönüşümünü haber veriyordu. Ama bunu kuru bir haber diliyle değil, roman kurgusunun içinden, karakterlerin bakışlarıyla yapıyordu.
Frenk mahallesinde Fransızca konuşan ailelerin balkonları, Şair Eşref’in taşlamalarıyla dolu kahvehaneler, Ermeni ve Rum matbaalarından çıkan ilk kitaplar, Yahudi gazetelerinin edebiyat köşeleri…
Attila İlhan, “Ben sana mecburum” derken İzmir’in gençlik yıllarını da anlatıyordu. Tarık Dursun K., Samim Kocagöz, İzmir’in insanlarını hikâyeleştirdi.
Cumhuriyet döneminde Yeni Asır, Demokrat İzmir, Ege Ekspres gibi gazetelerin sayfalarında şiir köşeleri, edebiyat sayfaları açıldı. Yazı, yalnızca bilgi vermek için değil; göndermede bulunmak, düşündürmek, hatırlatmak ve duygulandırmak için de vardı.
Bu şehirde her sokak, her pazar yeri ve her deniz kenarı; bir şiirin dizesi ve bir hikâyenin başlangıcıdır. İzmir edebiyatı her zaman umutlu, canlı, çoğul bir dildir. Ve Cumalı, bu dilin en sıcak, en duyarlı, Rumeli aksanlı ve yüksek seslerinden biridir.
İçimizde Taşıdığımız İçinde Yaşadığımız Şehir
İzmir, göçlerin, değişimlerin, dirençlerin ve yeni başlangıçların şehridir. Bu yüzden İzmir, sadece bir coğrafya değil; hafızanın rahmi ve edebiyatın ana vatanıdır.
Necati Cumalı’nın kaleminde Urla, kaybın sessiz taşları; İzmir, umudun rüzgârlı caddeleridir. Onun satırları, mekânın insan ruhunu nasıl biçimlendirdiğini gösterir. Bu yüzden Cumalı’nın eserleri, yalnızca bir dönemin panoraması değil; aynı zamanda bir hafıza atlasıdır.
“İzmir’i yazmadım.
İzmir, yazdıklarımın kendisiydi.”
O yüzden bugün hâlâ Kordon’da yürürken, bir gölge geçerse omuz başımızdan, biliriz ki o gölge yalnız bir şaire ait değil; bu şehrin bizzat kendisine aittir.